Hayatım boyunca kendimi bir yerlere ait hissetmek için çırpındım. Herkesin beklentilerini karşılamak, onların gönlünü hoş etmek, yüzlerini güldürmek için… Belki de bundandır, uzun zamandır içimde büyüttüğüm hayalimi gerçekleştirme fırsatı karşıma çıkmışken bile, içimde coşması gereken o sevinç, o heyecan, sanki hüzünle boğulmuş bir halde, derin bir boşluğa dönüşüyor. Kendi düşlerimin gerçekleşme anında bile, bunu gerçek bir mutluluğa dönüştüremiyorum.
Düşünsenize, bunca zamandır düşlediğim yurt dışı seyahatine çıkıyorum. Üstelik yalnız başıma, kimseye bağlı kalmadan, kendi ayaklarımın üzerinde… Fakat içimde sevinçten çok bir burukluk var. Bir yanım korkuyor, belki tedirginlik, belki bilinmeyenlerin ürkütücülüğü; bir yandan da içimde ufacık da olsa bir çocuksu heyecan, yeni yerleri, yeni hayatları görecek olmanın coşkusu var. Fakat işin en garip yanı, tüm bunları tam anlamıyla hissedememek… Adeta duygularım bile yarım, sanki her şey bir perde arkasında, bana yabancı, ulaşılamaz.
Çünkü etrafımdaki insanlar, benim mutluluğumun, huzurumun peşinde değiller. Sanki hepsi sadece onlara ne verebileceğimin, onların taleplerini nasıl karşılayabileceğimin derdinde. Kimse, “Sen nasılsın?” diye sormuyor. Kimse, içimde neler yaşandığını, nasıl ağır yükler taşıdığımı, hangi endişelerle boğuştuğumu merak etmiyor. Yalnızca onlardan beklenenleri yapmam, onların beklentilerine yetişmem yetiyor onlara. Oysa ben kendi ruhumun ağırlığını, kalbimin sızılarını bile taşıyamıyorum artık.
Kendimle kaldığım her gece, gözyaşlarımı içime akıtıyorum. Sabaha kadar süren sessiz ağlayışlar, bir türlü dinmeyen içimdeki o hüzün… Gözlerimi kapadığımda bile içimdeki karanlık dinmiyor. Her sabah biraz daha eksiliyorum, biraz daha soluyorum. Yıllarca insanların içinde kalıp aslında hiçbirine dokunamamış olmanın, hiçbir yere ait olamamanın, derinlerde bir yarası var kalbimde. Sanki herkesin hayatında fazlalık bir eşya gibi, kimseye gerçek anlamda varlığımı hissettirememiş gibiyim. Sanki bu dünyada yalnızca nefes alan bir gölgeyim.
Anlatmaya çalışıyorum, duyulsun istiyorum ama kimse gerçekten dinlemiyor. Sözlerim havada asılı kalıyor, bakışlar kaçıyor, dinliyormuş gibi yapıp gerçekte uzaklaşıyorlar. Her geçen gün, bu yalnızlık ruhumun her köşesini sarıyor. Paylaşamadığım sevinçlerim, anlatamadığım korkularım içimde büyüdükçe büyüyor; dağ gibi, geçit vermez bir uçurum gibi.
Birbirine tutunduğum dallar birer birer kırılıyor, düşüyorum ama kimse yok elimi tutacak. Hayatın kendisi ellerimden kayıp gidiyor, neye tutunsam parmaklarımın arasından kayıyor. Kendi çabalarım bile kifayetsiz kalıyor; yapmaya çalıştıklarım, emek verdiklerim kimsenin gözünde bir değer taşımıyor. Her iki durumda da boşluk, yetersizlik, anlamsızlık kalıyor geriye. Yaşamın kendisinden kopuyorum. Sadece bir hayatı değil, yaşamın ta kendisini kaybediyorum her geçen gün. Kendimi bir kuyunun derinliklerinde kaybolmuş, kimsenin bulamadığı bir ruh gibi hissediyorum. Varlığım adeta bu dünyadan kopuk, bu dünyanın ağırlığını taşıyamayacak kadar incinmiş bir halde.
Geceleri ellerimi açıp dua ediyorum; ama artık dilimde hep aynı dilek. Her sabah yeniden uyanmanın yükünü taşımayacak hale geldim. Bu acıyı, bu yalnızlığı, içimdeki bu derin boşluğu Rabbim alır mı? Artık bu dünyanın ağırlığından kurtulmanın vakti geldi mi? Kendime bile yetemediğim, kendimi bile anlayamadığım bu hayatta, belki de Rabbimden tek dileğim, içimdeki bu sonsuz acının dinmesi. Bu dünyaya hiçbir zaman ait olamadım, hiçbir yere tutunamadım. Belki de artık, her şeyden sıyrılıp gitme vakti gelmiştir.
Yine de içimde ufacık bir umut ışığı yanıyor mu? Bilmiyorum. Ama her geçen gün biraz daha yok olurken, belki de bu hayatta kendimi kaybettiğim yerdeyim. Belki de bu dünya beni hiç anlamadı ve asla anlamayacak.